29 Aralık 2010 Çarşamba

UZAYLI DESEN, O DA DEĞİL

Bir insan özellikle de bir kadın ne yaşamış olmalı ki bu duruma gelmiş olsun?
İşte onu ilk gördüğümde zihnimde bu soru canlandı...
Şimdi hikayemize geçelim:

Dünyalar sıkıcısı kahramanımız yola çıkmadan önce yediği sütlacın kaymağını dişlerinden temizlemeye çalışarak direksiyonunu sallamakta; aynı zamanda radyodaki ne idüğü belirsiz iğrenç sesli kadından kurtulamama klişesini yaşamakta olduğundan -sanırım- yüzünü şekilden şekle sokmaktadır. Yayık bir surat ifadesiyle gitmeyen arabayı sürerken -göya çöl ortasında- ambulans sesleri duyulmaya başlar.

Sebep??
Belki de haklı olarak kendini uzaylı olarak tanımlamış olan bir kadındır:)) Hemen arabadan çıkar ve koşar. Evet çölün ortasına kutu içinde bir uzaylı düşmüştür... En önemlisi de şarkı söylemektedir.

(Şarkıda ne diyo derseniz bilmiyorum. 1 kere dinledim anlamadığımı farkedince sanat eseri incelememi, sesini kısarak devam ettirmemin en doğrusu olduğuna karar verdim. Siz de aynısını yapın daha da anlamlı olacak inanın:))

Ancak uzaylının bir sorunu vardır. Dünyalı olsa büyüklerimizin "kurt mu var yavrum bi dur artık yerinde" şeklinde yorumlanabilecek bir rahatsızlıkken; uzaylı olunca işler değişmektedir. İbrahim de durumu tam anlamıyla çözememiş dolayısıyla küççük boyundan da dolayı korkuya kapılmış ve kaçmaktadır.

Sadece sesini duyduğumuz ambulanstaki doktorların söylediklerine göre uzaylının acilen fizik tedaviye başlaması gerekiyormuş. Zira km.lerce öteden bile omurilikteki dengesizlik belli oluyormuş..

Sıra geldi kendimizi rahatlatmak için bu çalışmanın bize kattıklarına:
*Hafif etine dolgun hanfendiler zayıflıyamıyoruz diye üzülmeyelim zayıflasakta Uzaylının vücudu gibi olsak çok mu iyi?
*Var mı bilmem ama, hayatında bi kez olsun mayomun içine kilotlu çorap giysem nasıl olur diye düşünen kişiler gördünüz çok tedirgin edici bir sonuç çıkmış ortaya.
*Bi video çekicem ama ya kötü olursa diye cesaret edemeyenler bakın daha kötüsü; estetik, teknik ve daha bi çok açıdan burada...


Kim yaptıysa ellerine sağlık:)) Katılıyorum..

24 Aralık 2010 Cuma

SOCIAL MEDIA-2

Geçen haftaki yazımı bilmem hatırlar mısınız? Hatırlayamazsanız...
Şimdi devam edebiliriz.

Yine aynı şirketin verdiği eğitimin 2. Bölümündeyiz ve ancak derleyip toparlayabildiğim eğitim notlarımı sizlerle paylaşmak için sabırsızlanıyorum demek isterdim ama..
Sabahın körü ve akşamın körü saatleri arası Pazar günü olan bu eğitim için yine çok hevesliydim. Social Media konusunda alacağım eğitimin, eğitmenini sosyal mecralarda arattığımda adı, şirket eğitmeni başlığı altında çıkıyordu. Bu da ne kadar başarılı bir organizasyona denk geldiğimin en büyük işaretiydi.

Eğitim alanına gittim kapıda benim gibi bir kızcağıza “Bilmem ne eğitimi burda mı?” diye kırılarak sordum. Salonda 5-6 kişi oturmuş bekliyordu. Ben de
kapıda bekleyenlerden olıyım dedim iyiki de demişim.

Gençten bir çocukçağız geldi ve eğitimin aslında burda değil de itin öldüğü yerde olduğunu ve bizi oraya götürebileceğini söyledi sağolsun. Neyse sonunda ulaştık. İçerde gayet normal 8-9 insan ve pembe kafalı bir kız oturuyordu. Eğitim 10’da başlayacaktı, 11:30’a kadar önce gidip diğer salonda bilmem kaç saat oturan garibanlar, kafileler halinde gelmeye devam ettiler.

En önemli kısım olan kendini tanıtma ve tanıma kısmını kaçırmıştım ne yazık ki ;ama en çok merak ettiğim şey hocanın kendini tanıtacağı kısımdı.
Başladık derse sosyal medya acaba neydi kimlerin face’i, twitter’ı ve de friendfeed’i vardı, bunlar tabi konuşuldu. Sonunda eğitmenin yorumu:

-Mmm baya iyi, bilinçli, sosyal medya kavramından haberi olan kişiler gelmiş eğitime..
-Şimdi hocam bu olaylardan hiç haberimiz olmasa eğitimi nerden bulcaz niye ilgi göstercez?
İkincisi, 2 dakka ayırıp hesap açmak bizi bilinçli mi yapar belki tuvalete gittiğimin bile resimlerini koyuyorum facebook’a..
dedim.

Oturdum, düşündüm, hatırlamaya çalıştım, not defterime baktım ama olmadı. Yeterli ya da yararlı bir şey bulamadım. Ama bir şey öğrendiysem o da Sosyal Medyada kaliteli içerik paylaşılması gerektiğiydi. İşte eğitimin bana yararı bu olduğundan; eğitim içeriğini sizlerle paylaşmamaya karar verdim.
Nasıl ama çok zekice değil mi:))

Herkeslere iyi tatilleeeer.. *Resmin kaynağı nukima:))

22 Aralık 2010 Çarşamba

LAHMACUNCU

Hani posta kutularına tepiştirilen reklamlar vardır ya, işte yanda gördüğünüz onlardan biri ve muhtemelen tasarım yarışmasında da ön sıralarda yer alırdı.
Ben de istedim ki destek olalım, bu tasarım anlayışı yayılsın, ufkumuz açılsın:))



21 Aralık 2010 Salı

MELEK HANIM-FD14

-....Çünkü dün gece bir şarkı duydum herifin biri benim adıma, benden izin almadan şarkı yapmış; ben de ona dava açmaya karar verdim.
- Hangi şarkı? Hangi herif?
- Şey diyo işte canııııım... Gel tanışalım önce ben kısaca FD diyo. Benden bahsediyo işte..
-Dede sen onu yanlış anlamışsın o aslında...
-Sus bana elin heriflerini savunma! dedi ve evden koşarcasına çıktı.

Bu diyaloğu ve ardından olanları bir önceki yazımdan hatırlarsızın, olur da hatırlayamazsanız buyrun...

Evet, Dede evden çıkıp gitti ve ben çok geç kalana kadar meraklanmamaya çalışarak kendi işlerime bakayım dedim. Tüm evde seferberlik başlattım, çamaşırlara hücuuuuum...
Dedenin odasına girip -kirlileri sepete atmak gibi bir adeti olmadığından- kirlisi var mı diye bakayım dedim. Aslında neyi temizdi ki.. İşte onu hiç anlamadığım şeylerden biri daha, zira o kadar çok var ki... Mesela:

*Bütün kıyafetlerinin her an temiz olduğunu iddia etmesi,
*Gün boyu bazen de günlerce çayını, aynı çay bardağıyla içmesi ve bardağının yıkanmasına asla izin vermemesi,
*Sifonu, su faturası fazla gelmesin diye çok gerekmedikçe: ) çekmemesi,
*Ayakkabılarını önce bir numara küçük alıp sonra ayaklarının rahatsız olması gerekçesiyle bazı bölgelerinden yuvarlak parçacıklar kesmek suretiyle nasırlarını özgür bıraktığını iddia etmesi, vs. Bu liste sayfalarca uzaaar ve gider...

Çamaşırlarını toplamak için odaya şöyle bir baktım. Dede, burda resmen bir çöp ev yaratmıştı. Ayrıca odada acaip bir koku vardı. Koltukların kenarlarına şöyle bir bakayım dedim ama tabiki pişmanım:)
Muz kabukları... halbuki muzdan hiç hoşlanmadığını söyleyip dururdu... Veeee bilin bakalım başka ne? Koltuğun arkasında kocaman bir nutella kavanozu. İşte buna inanamıyorum. Bu adam ne yer ne içer diye ben kendi kendimi yerken, şeker hastası olan ve şekerinin çıkmasına her seferinde ölesiye şaşıran Dede, bizle düzenli olarak eğleniyor gibiydi...

Neyse bütün bu şokları atlatıp çamaşır olayına geri döneyim dedim. Pantolonlarının hepsini hazır evde yokken yıkamaya kararlıydım; çünkü bu son şansım olabilirdi. Ceplerini de kontrol ettikten sonra koşarak makineye atacaktım. Plan buydu. Ancak 3. Pantolonun cebinde bulduğum bir kağıt parçası, beni yerden yere vurdu.
Kağıtta şunlar yazıyordu:

1. Melek hanım
2. Dursun Efendi
3. Indian Girl
4. Old Fashion
5. Muzmuhaycan
6.
No Limite
7. Lovely Hunter

Yani bunlar size bir şey çağrıştırdı mı bilemem ama bu listeye ek olarak bir de Jokey isim ve kilolarını görünce bana çok şey çağrıştırdı. Bizim o, ne romantik anlamlar yüklediğimiz "Melek Hanım" gerçeğiyle karşı karşıya dururken ben, hayal kırıklığı, kandırılmışlık gibi _Dedeyle yaşarken hissedilmesi pek mümkün olan- hislerle yoğruluyordum...

Ah Dede yordun sen beni!!

20 Aralık 2010 Pazartesi

LÜTFEN YAPMA-12

Önce sevgili tea house'dan bir LÜTFEN YAPMA yazalım:
*Biyoloji/fizik/kimya okuyorum diyince "öğretmen mi olacaksın?" diye soran LÜTFEN yapma!
Teşekkürler tea houseeeee:)

Şimdi de benden:
*Dolmuşta yanıma oturup, beni sıkıştırıp bir de kolunu döşüme (koltukaltından 5 parmak aşağı, belden 5 parmak yukarı)yerleştiren teyze LÜTFEN yapma!
*Yine aynı dolmuşta, öndeki üçlüde yayılan 2 amca, kenardakinin yarısı dışarda kalıyor LÜTFEN yapmayın!
*Dolmuşta başımda duran teyze LÜTFEN göbeğini omzumdan al!
*Dolmuşa para vermemek için dövizle binip; şöfor bozamayınca kavga eden teyze LÜTFEN sus!

Herkese mutlu haftalaaaaar:)

16 Aralık 2010 Perşembe

TALİHSİZ DİYALOGLAR

İletişime çok önem veririm. Severim iletişimi, insanları, doğayı ve hayvanları... (amacından sapmış başlangıç)
Zaman zaman insan yeni kararlar alır hani. “Ya bi de kendime şu özelliği katsam, ne de mükemmel bir insan olurum” diye. Yani ben kendi hakkımda hep böle şeyler düşünüp kendi kendime koltukaltı kabartması yaparım.

İşte iletişimin göynümdeki yeri burlardan gelmekte. Hani bi konu açılsın da, iletişim olsun diye zorraki başlıklar açarız ömrümüzde. Ben de kendimi geliştirmek adına yapıyorum zaman zaman, ayrıca çoook eğlenceli oluyor. Gerçi benim sorunum böyle çabalara giriştiğim sıralarda genelde batırmam:)

Mesela servis beklerken, durak arkadaşım, amca şöyle diyor:
- Şu saksağan kuşu, cevizi ağzına alıp asfalata atıp kırıyor.(Bu cümleyle verilmek istenen mesaj şu: o kadar akıllı bir kuş ki o cevizi yere çarparak kırması gerektiğini biliyor.)
Bi de benim cevabıma bakın: (iletişime istekli, kendine de bir laf atıldığı için sevindirik ancak beyninin bir yerlerine tam oksijen gitmez iken, fazlaca ilgilenerek karşı tarafı da mutlu etmek istercesine)
- Aaaa! Cevizi ağzına alabiliyor yani? Vay be...
- Yok asfaltta kırmasını dediydim ben. (bozuk bir ifadeyle)

Bu çok hafif mi geldi? Bi de şunu dinleyin:
Servise bindim her zamnaki yerime oturdum. Arkamdaki teyze, ilginç bir şekilde çok sıcakkanlıca at kuyrucuğuma vurdu. Eli çarptı sandım, ihtimal vermedim bilerek yapmasına, bakmadım ben de, sonra tekrar.. Döndüm ve baktım.

-Aaa uzatıyo musun saçlarını dedi.
-Evet. (Dedim canhıraş ve gülerek, hani o arada iletişimin havası kaçmasın, bi bozukluk doğmasın anlamında)
Sonra lüzumsuzca:
-Aslında kestirmiştim ama çok pişman oldum bıdıbıdı bıdıbıdı... diyerek bir kaç şirinlik mimik felan yapıp sorular sordum. Sonra beni bi ara odasına çay içmeye çağırdı. O kadar yürekten ve istekli:
-Aaa tabi gelirim seve seve. dedim ki ben bile inanamadım:) Sonra önüme döndüm ve çocuk gibi sevindim ne bileyim başardım gibi geldi bi an.

Servis durdu. Hah dedim geldik işte. Kalktım, inecekken arkaya bakmayı ihmal etmedim ve aynı şirinlikle:
-Hadi geldiiik. İnmiyo musunuz? Dedim ve bi kaç değişik mimik daha yaptım- güzel oldu- beğendim kendimi.
-Ah saol canım dalmışım ben dedi.

İndik ama bir şeyler yolunda gitmiyordu. İşte o an inmemiz gereken yerde değil; başka birilerinin indiği bir önceki durakta indiğimizi farkettim. Uykulu olduğu için olayı farketmeyen teyze bir kaç adım arkamdaydı hiç çaktırmadan hızlıca yürüyüp gitsem mi yoksa dönüp özür mü dilesem derken özür dilemeye karar verdim. Durumu açıkladım. E haliyle bozuldu bana, ona kazık atmış gibi oldum.

-Ay of yaaa. Ben geri biniyim o zaman. Dedi, hala ışıklarda bekleyen servise bakarak.
-E iyi dedim. O bindi ben utancımdan binemedim bakakaldım.

Tabi taktir edersiniz ki eski sıcak ilişkimiz artık yok. Haklı olarak kadıncağız bana ve anlık tepkilerime güvenemiyor. Neyse oldu bi kere diyip bi daha sırf mutlu olsunlar diye şirinlik, sıcakkanlılık ve iletişimcilik yapmamaya karar verdim.
Napıyım durmuyo üstümde işte...:)

15 Aralık 2010 Çarşamba

SOCIAL MEDIA-1

Biliyosunuz nasıl da revaçta bu soşıl medya... İnsanoğlu yeni bir şeyler kımıldanmaya başlayıp ünlü olunca merak ediyor haliyle. Bana da şurdan bir ekmek çıkar mı niyetiylen o yeni kapıların anahtar deliğinden şöööle bir bakmadan geçemiyor:)

Böyle kötü niyetlerle araştırmalarımı yapmış ve sonunda bir eğitim bulmuştum. Oh oh ne de güzel bir başlangıç olacaktı soşıl ömrümde, e benimde hakkımdı canııııım soşıl bir media içinde yer almak. Ama bu bana pahalıya mal oldu.

Bahsettiğim bu durum birbirine bağlı bir olaylar zinciriydi sanki. İlk önce bir kısım eğitime katılıp orada bu topluluğu tanıyıp sonra da akıllı adımlar atarak 2. kısma geçecek ve bu levelleri atlayacaktım:)

1. BÖLÜM LİDERLİK

O akşam, bu deli migrenli başım hop hop hopluyor; mükemmel salonun, mükemmel ışıklandırması -ki kendisini üniversite yıllarımda verilen sempozyumlarda bol bol uyumamla hatırlarım- gözümün köküne kadar vuruyor, bir taraftan da ben yaşlarda bir genç sahnede kendi tiyatrosunu çeviriyordu.

Tamam, benim “Nasılsa geldik bi bakalım.” adlı Türk yaklaşımım da pek kolaylaştırmadı durumu ama neyse...

Bir çoğunuzda oluyordur, ben insanlar adına utanırım, hem de çooook utanırım. Mesela çok kötü bir espri yaptıklarında, “ben de canım işte şööle bi insanım” demeye çalıştıklarında, fermuarları açık kaldığında, bir konuyu havalı bir şekilde anlatırken bilmedikleri ortaya çıktığında, çok komik oldukları iddiasıyla kam kam kasılırken aslında hiç komik olmadıklarında... Özetle ve tam anlamıyla benim bu tüylerim, bu tür durumlarda diken diken olur.

Sahnede sanki lise yıllarımda gördüğüm, birileri bir kaç lafına güldü diye başımıza Cem Yılmaz kesilmiş biri. Bu bölümde konumuz aslında, Liderlik olacaktı ama... Aşağıda eğitimden derlediğim bazı notlarımı sizlerle paylaştım. Hoşuna gidipte bu eğitimi acaba nereden alabilirim diyen olursa bana yorum yazabilir:)

-Şimdi şirket benim olduğundan yıh yıh yıh yıh..
-Zenginsin ,büyüksün..

-O sırada Bilkent üniversitesindeyim..
-Zenginsin, ver elini öpeyim..
-Bi gün Blekbörime bir fatura geldi 264 TL, tamam normalde de baya bir öderim ama...
-Neee Blekbörinde mi var, gerçekten zenginsin..

-Sonra Türkseli aradım.Karşımda Berk yıh yıh yıh. Ben onların hepsine Berk diyorum. Çünkü isimleri hep öyle oluyor.
-Ulan dalga geçtiğin nesil senin neslin zaten sen de olmuşun bana bi Berk, duyan da paşamı 50 yaşında iş adamı sanır.

-Sonra Türkselin PAZARLAMA MÜDÜRÜ beni aradı. Dedi ki:
Yapma etme Bilmemkim o meşur bloğunda benim gariban markayı yermişsin, malum 70 milyon seni takipte gözünü sevem kaldır da şu yazıyı... İhtiyacın hiç yok biliyom ama bu ayki maaşımdan bi blekböri de benden sana hediye, taksitlen alıcam. Hadi lan affet bizi!
-Adam, akıllı yoksa marka batacak, yaaa öle korkarsın işte Müdüüüüür. Ellerinlen ararsın bu çocuğu. Yok o zaten parasında da değil yani, 500 de fatura çıkarsan öder, patron çocuk erken yaşta şirket sahibi ama haksızlığa gelemiyo işte..

Bu mükemmel eğitimin 2. Bölümü Social Media notlarımı da bir sonraki hafta paylaşacağım. Bu ve bundan sonraki yazımda paylaştığım ders notlarımı istediğiniz kadar kopi peyst yapıp paylaşabilirsiniz. Böylece toplum olarak bilinçli olmaya biraz daha yaklaşacağımıza inanıyorum:)

14 Aralık 2010 Salı

GEL TANIŞALIM ÖNCE - FD13

-Dedeeeee, ordaki camı kapatır mısın? dışarısı çok soğuk!
-Ben cam felan açmıyorum, açsam da kapatmam zaten, ayrıca senin evin soğuk!

İşte, diyologtan da anlaşılabileceği üzre bu günlerde bi aksiliktir sürüp gidiyor.Genellikle "hem şuçlu hem güçlü" olarak tabir ettiğimiz insanlardan olan Faik Dede'nin, geçen gün yaptığı o çok acaip davranışı ört bas etme yöntemi de işte budur.

Çok acaip olan şeyse:
Bir kaç gündür evde, bir Melek Hanım'dır gidiyordu. O kadar çok duyduk ki bu ismi, Dede için önemli biri, aşık oldu, yeni bir hayata başlayacak filan gibi düşünceler içerisinde, bu hiç açıklama yapmadığı gizemli kadın hakkında fikirler yürütüyor, onu bu konularda yüreklendirecek şeyleri konuşup güya ona destek oluyorduk.
Ancak, çok dalgındı aşk insanı işte bu hale getiriyordu. Durumunu gördükçe ona karşı olan sempatim avcarlanıyor başka bir hal alıyordu...
Arada bir de, Dursun Efendi'nin ne yapacağını merak ettiğini mırıldanıyor ancak gerisini bir türlü getirmiyordu. Biz de kendi haline bıraktık onu..

Bu merak dolu günlerin devamında, yine sabah saat 5'te kalkmak suretiyle topuklarını yere vurarak, koridorda sabah sporunu yapıyor ve bir aşağı bir yukarı yürüyordu.

Kahvaltıda buluştuğumuzdaysa, heyecandan elleri titriyor, herşeye sinirleniyordu.
-Neden bu kadar telaşlısın Dede?
-Telaşlı değilim çok sinirliyim.
-Neden peki?
-Çünkü dün g
ece bir şarkı duydum herifin biri benim adıma, benden izin almadan şarkı yapmış; ben de ona dava açmaya karar verdim.
- Hangi şarkı? Hangi herif?

- Şey diyo işte canııııım... Gel tanışalım önce ben kısaca FD diyo. Benden bahsediyo işte..
-Dede sen onu yanlış anlamışsın o aslında...
-Sus bana elin heriflerini savunma! dedi ve evden koşarcasına çıktı.

Böylece bu şaçma olduğu kadar komik tartışma son buldu. Ancak gecenin bir körlerine kadar eve dönmeyen Dede bizi meraktan öldürdü.

Tabi bu Dede’nin sayısız evden çekip gidişleri pek hayırla sonuçlanmaz normalde. Hele ki anlamsız konular bulup, onun üzerine bir de kavga edip, sanki dünyalar yıkılmış gibi davranarak çıkıp gitmişse...İnsan hiç bir zaman “Aman geçen seferki gibi bir şeydir işte. Nasılsa dönüp gelir.” rahatlığıyla bakamıyor olaya.

Zil çaldığında kapıya yine merakla koştuk. Çok üzgün olduğu her halinden belli olan Dede'ye anlamsız gözlerle bakakaldık. Aslında o saatlerde biliyorduk elbette neler karıştırdığını ama...
-Nooldu Dede? Merak ettik.
-Melek Hanım'a gittim.
-Eeee?

E’si gelecek hafta:)

13 Aralık 2010 Pazartesi

LÜTFEN YAPMA-11

Sevgili http://sirinbutik.blogspot.com/ sahibinden:
*Sabahları okula gitmek yerine parklarda pinekleyip son sınıf triplerine giren genç kızlar ve erkekler LÜTFEN yapmayın!
*Küfretmeyi büyümek zanneden yeni ergen lütfen ama LÜTFEN yapma!
Çoook teşekkür ederim:)

Ayrıca:
*Show Tv, LÜTFEN her kar yardığında "Kar yine çocuklara yaradı." başlıklı haber yapma!

*Ertesi gün "Tüm gece uyumadım abi" diyebilmek için uyumayan bohem çakması çocuk LÜTFEN yapma!

*Ertesi gün "Tüm gece uyumadım abi" diyebilmek için uyuduğu halde uyumamış gibi yapan bohem çakması çocuk LÜTFEN (sen hiç) yapma!

Mutlu bir hafta diliyorum herkeslereeee:))

8 Aralık 2010 Çarşamba

MİKRRROP

İstanbul’da geçen fantastik bir hikaye düşünün. Öyle ki İstanbul’un sanat namına bol bol kullanılan belalı mahallelerinden birinde; Arap Bacı’nın fantastik dünya için evrimleşmiş hali, o hal ve tavırlarla başına bir şey gelmeden dolaşabilsin…

Hadi Arap Bacı dolaşadursun, sokaklarında kedi kadınların fink attığı, ayrıca aynı hareketleri tutturarak dans ettiği ki, onlara da bir şey olmuyor.
Hikayede fantastik ve esrarengiz olaylar… Nasılsa o gün hiç ortalarda göremediğimiz mahallenin normal kadınları, yani kedi (kediler aynı anda liseye de devam ediyor) ve arap dışında, aynı anda erlerinin atletlerini yıkamış ve beyazın aynı tonunu tutturmuşlar…

Bir şaşırtıcı yan daha, işte o esrarengiz gün, mahalle çocukları bile en şirin hallerini takınmışlar, (gelin Emine teyzenin elindeki torbaları bi taşıyın desek her biri koşarak uzaklaşacak zıpırlar) hikayeye ellerinden gelenin en iyisi desteği vermeye çabalıyorlardı.

Bu kadar yeter. Aman ha!! Bu bir kitap değil. Fantastik hikaye meraklıları şimdi arayıp bulmaya kalkarlar. Bu fantezinin başkahramanı Sertaç Ortaç. Yakinen tanırız hani aynı müziğin üstüne 25 şarkı yapan Türk Doryan Greyi.

Esas güzel sahneler kütüphanede. Şimdi normal olarak Sertaç Ortaç, ilk kez kütüphaneye giriyor. Dolayısıyla ne olduğunu bilmiyor ve sanıyor ki kızlarlan felan buluşulacak daha kişisel bir eğlence mekanı.. Işıklandırma, ambiyans hoşuna gidiyor ve başlıyorlar bir başka fantastik kahraman olan hostes kızlarla dans etmeye. Bir zaman sonra biraz yalnız kalmak için binayı dolaşayım, kuul olsun, havam olsun mantığıyla etrafa bakınan Ortaç, raflarda dizilmiş bir şeyler görüp görevliye soruyor: “Bunlar nedir?”

Görevli bir süre karar veremiyor haliyle. İhtimaller:
1. Kitap nedir bilmiyor.
2.Kapalı mekanda gözlüğü çıkarmadığından göremiyor….

7 Aralık 2010 Salı

LÜTFEN YAPMA-10

*İş yerinde grup halinde fotoğraf çekilirken sadece kendisinin fotoğrafı çekiliyormuş gibi bir tavır takınan genç bayan LÜTFEN gerçeklerin farkına var!

*Sadece kendisinde varmış gibi 1 dakika içinde 42kere saçını bir sağ tarafa bir sol tarafa atan işveli abla LÜTFEN YAPMA!

*Rambo atleti giyen ne idüğü belirsiz insan LÜTFEN ama LÜTFEN YAPMA!

*Türksel, kullanıcılarının çektiğini iddia ettiğin reklamları senin çektiğini biliyoruz LÜTFEN YAPMA!

6 Aralık 2010 Pazartesi

SU CUUK ÇUUU

Lütfen başlığı simitçilerin ses tonu ve yanık sesleriyle hayal ediniz..

Uykum geliyor iyice ağarlaşıyor göz kapaklarım ama bi taraftan da burnumda muğur muğur bir sucuk kokusu..

Bir tezgahın önünde durmuş sucuk pişiriyorum. Çevreme bakıyorum aval aval: "Nerdeyim ben yaa? Napıyorum burda" dercesine. Sanki medet umuyorum insanlardan. Küçük bir Sezercik gibi Abilerim Ablalarım sucuk almaz mıydınız? diyorum. Bu arada, yine kentimin nadide bir semtinin mükemmel marketlerinden birindeyim.

Sadece hafta sonları çalışarak, küçük sanayi sitelerinde yoğrulup, zar zor çektiği son krediyle bir mersedes almış sanayici amcaların kurduğu sucuk işletmelerinde, sabayın köründe verilen "bak kızım bunun içinde %20 tavuk tırnağı, % 90 hindi böğrü vardır, ammaaa olura sağa sorarlarsa %100 danadır diyesin hemi" eğitimiyle yükselmenin yollarını arıyorum.

Neticede şarküteride tanıştığım fıldır göz çocuk "Şuraya koyabilirsin bacım tezgahı" diyor, e haliyle insan korkuyor. Neyse tezgahın başına geçiyorum başlıyorum pişirmeye...

Bu işi bilirsiniz hani kürdanı geçirir bi tane tattırılır, beğendiyse sizden alır yok beğenmediyse almak zorunda değildir. Ama sandığınız kadar basit değil tabi:

*Hızla markete girip beni görünce yön değiştiren,
*Gelip yavaşlayıp hatta durup alıcakmış gibi yapıp uzatınca almayan,
*Başında dikilip ben kollesterol hastasıyım kızım sana yardımcı olmak çok isterdim ama .... derken tezgahı süpüren,
*Ben başka tarafa bakerken sucuklara bakıp onlara bakıp ister misiniz diyince deliymişim gibi davranan,
*Elinde ATA ekmekle gelip "Kızım şunun içine koyar mısın canım çekti" diyen:)) (yuh amca)
*Elinde 2 adet ATA ekmekle gelip "Bunları mağazamızın müdürü yolladı içine koycakmışın misafiri geldi de" diyen

Ve en acayibi işi bırakmama sebep, "yetti ulen sizi bana sayıyla mı verdiler topunuzu kızartırım" diye işi temelden öğrenmemi, kalfalıktan başlamamı önleyen deneyimim:

*Markete girip, çıkarken "Arabam var sizi bekleyebilirim" diyen acayip amca işte son noktadır.
"Teşekkür ederim ben kendim giderim" diye bir kaç kere nazikçe redddedilen amca bana hakettiğim cezayı sonunda verdi ama neden?

-Tamam yaaa! Bi şey dedik sanki Alla alaaaa! Hem benim karım mavi gözlü, hem de çok güzel tamam mı?

E tamam napalım? :))