22 Haziran 2010 Salı

NİHAYET PİKLİK ALANI-FD10

Bir şekilde kafamız karışmış olacak ki; sıraladığımız kuralların arasına piknik alanına gidene kadar arabada toplu halde klasik yolculuk şarkılarının söylenmemesi maddesini eklemeyi unutmuşuz:)
Nihayet piknik alanına ulaştık... Çok güzel bir hava, arkamızda orman, biraz ileride de güzel bir dere var.

Getirdiğimiz bütün malzemeleri masanın üzerine yerleştirip mangalı yakmak için hazırlanmaya başladık. Hazırlıklar bitti ve erkekler en iyi mangalı kendilerinin yaktığını ispatlamak istediklerinden yoğun bir tartışmaya girdiler... Hepsinin elinde malum bir oluklu mukavva (kolilerin yapıldığı karton) parçası "o da bir şey mi? ben bir keresinde acaip rüzgarlı bir günde, deniz kenarında, 5 dakikada yaktım bi de yetmedi ateşi iyice harladım" tarzında iddialarla birbirlerini alt etmeye çalışıyorlardı. Bu sırada Dede yola ilk çıktığı anın heyecanı hala üzerinde mutlu mutlu etraflarında dolaşıp; "ben yakıyım mı, ben yakıyım mıııı?" diye sızlanıyordu... Hararetli tartışmanın ortasında onu kimseler duymadı:))

Zaman bir hayli geçmiş olduğundan ki etler hala hazır değildi; Dede idareten bir şeyler atıştırmak yerine karpuz yemeye karar verdi. Ve karpuzu dilim halinde yemek istiyordu. Ortaya çıkacak manzara hepimizin gözünün önünde capcanlı duruyordu. Dirseklerinden ve ağzının kenarından karpuz suları süzülen Dedenin güzelim atleti de artık karpuz suyu olmuş; bir de göbek deliğine yakın bir yere çekirdeği düşmüş, kurumuş bir vaziyetteyken; nasılsa et yerken ellerinin yağ olacağı gerekçesiyle bir adım ötedeki çeşmede ellerini yıkamayı ısrarla reddediyordu.

Olması gerekenden bir hayli geç bir vakitte etler oldu. Yemek bittiğinde Dede'de bir huysuzluk başladı. Çocuklara oyun oynarken ses çıkardıkları için bağırıyor, olmadı üşenmeyip kalkıp her biri dağılana kadar elinde bir ağaç dalı onları kovalıyor ve tehdit ediyordu...

Tam da sakinleşti derken mendilini evde unuttuğu ve bunun kendisi için hayati önem taşıdığını bağırmaya başlamıştı. Hepimiz onu idare etmeye çalışmış ancak başarılı olamamıştık...
En sonunda kendisini çok haklı hisseder bir halde, sıkıldığını ve ormanda yürüyüşe çıkacağını söyleyerek uzaklaştı. O uzaklaşırken güneşten gözlerim mi kamaştı, acaba yanlış mı görüyorum diye çevremdekilere de sordum ama gözlerim sağlamdı.... Evde unuttuğu mendili yerine masayı silmek için yanımızda getirdiğimiz hani şu hepimizin bildiği sarı bezi alıp ıslatıp kafasına koymuştu:))(güneş geçmesin:)

1-2 saat oturup dinlenmeye çalıştık ancak işe yaramadı tabii ki. Erkekler ve Faik Dede değişen ruh halleri ve yarışlarıyla bizi bir hayli yormuşlardı...

Artık toparlanma zamanı gelmiş ancak Dede hala gelmemişti. Hepimizi iyiden iyiye bir telaş sardı. Çevrede her yere baktık, erkekler dağılıp ormanda da aradılar ancak yoktu. Bu telaşlı durum 1 saate yakın sürdü. Taa ki ilerlerde sarı bezli bir kafanın bize doğru geldiğini farkedene kadar.

O kadar telaşlanmış ve sinirlenmiştik ki herkesin diyecek bir çift lafı vardı.. Geldi, ortalıklara yayılmış halimize baktı, güldü ve: " Nasımııış? Beni ne kadar sevdiğinizi şimdi anladınız demiii?" dedi. :)))

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder