30 Mart 2010 Salı

MAVİ TERLİK-FD5

Mutfakta iş yapıyorum yemekler aman bi şeyler, keyifliyim.
İçimden şöyle geçiyor:"İyiyim evet evet alışıyorum galiba dedeyle yaşamaya" içim huzurla dolu tabii böyle hissedebildiğim için:))

Dede banyoya girmişti ve içeriden sesler geliyordu herhalde çıktı ve hazırlanıyor diye düşündüm.
-Dede yaaa? (keyifliyim ya iyice doğal haline bırakıyorum kendimi...)
-Ne biçim konuşma o yaalı yuulu, kaç yaşında adamla, dedenim ben senin!!
(Böyle bir reaksiyon beklemiyodum haliyle dededen)
-Ay dede ağzımdan kaçtı ne var bunda hem? (içeriye neşeli bir ses tonuyla sesleniyorum:)
-.....
Mutfak kapısında beliriyor. İrkiliyorum ki nasıl irkilmeyim. Film sahnelerinde olur ya hani şöyle yukarıdan aşağı ağır çekimde bakıyorum, kalıyorum, bakakalıyorum..

Olan saçlarının uçlarından yerlere su damlayan, üzerinde 40 yıllık çoğu yeri yıpranmış olan alacalı diz üstü bir bornoz, bir kısım kılları dökülmüş yamalı bacaklar veee dannnnn: evin her köşesinde dolaşılmış ıslak mavi plastik banyo terlikleri...

(İçten patlarlı çığlık)

-Dede yaaaaaaaaaaa!!! (gözlerim dolmuş hangi birine tepki vereyim)
-Bak ama eğitilmez misin yavrum sen daha yeni ne dedim ben sana?
(Ya dede ne diyosun sen, kimin torunuyum ben:))))

28 Mart 2010 Pazar

BENİM DE SÖYLEYECEKLERİM VAR!

Dost Kitabevine girdim şöyle biiir bakıyorum offf canım sıkıldı yaaav
İşte orda...
Biraz karıştırayım da burda bitiririm nasıl olsa (bi çok kişinin mantığıyla)..
Okudukça bir titreme bir kendinden geçme hali hasıl oluyor bünyemde dolayısıyla kitabı alıp eve götürmek gerekti. Alın okuyun; "Sakızım Düştü"yü tekrar tekrar okuyup gülün:))
İşte size her zaman elimin altında bulundurduğum Umut Sarıkaya'nın BENİM DE SÖYLEYECEKLERİM VAR! (İKİ) adlı kitabı...

27 Mart 2010 Cumartesi

SANDALYE Mİ! TEKERLEKLİ Mİ?

Bilirsiniz uzun şehir içi yolculuklar olaylıdır ya da benim hat yolcuları çok çok çok değişik insanlar bilmem ki...
Eski kırmızı otobüslerin ilk sırası karşılıklı ve 3 kişilikti ki belediye tarafından cezalandırılmış bazı semtlerde hala var:)
Ben de hep en sona kalan, soğuk havada en çok donma ihtimali olan şoförün arkasında yan oturuyorum ve karşımda bir teyzem..
Aradaki bir duraktan genç bir arkadaşımız biniyor elinde kırmızı bir ofis sandalyesi belli yeni alınmış eve ulaştırılmaya çalışılıyor.
Aaa o da nesi şöför tanıdık çıkıyor. E yerler dolu bu durumda napılır? Hazır elde sandalye alıp şöförün yanına çekip sohbet edilir.
Tabii bazı yokuşlar olsun frenler olsun genç arkadaşa kas yaptırmıyor değil.. Zira her frende tekerlekler sebebiyle tutunduğu direk etrafında şöyle bir dolanıp yerini buluyor her seferinde:))

Karşımdaki teyze inceliyor olanları ama belli birazdan çoğu yaşlı teyze gibi merakını da gidermek isteyecek hani!!
Yok duramıyor yerinde şöyle biraz öne doğru eğilip delikanlıyı dürteliyor ve acımaklı bir sesle:
-Oğluuuuum?
-Efendim teyze?
-Noldu sanaaa nerde sakatladın kendini?
-Niye ki teyze ne sakatlanması?
-E oğlum tekerlekli sandalyeye binmişsin ya?
-Yok teyze iyiyim ben.. (Yaa bu cevaba gerek bile yoktu:)))

22 Mart 2010 Pazartesi

Hemen Dönüyorum

16 Mart 2010 Salı

PORTAKAL-FD4

Bir haftadır birlikteyiz dedeyle.
Bazı şeylere şaşırmak bazen de (biraz) sinirlenmek dışında iyi gidiyor diyebiliriz. Hayatımızda bu kadar kısa sürede bi şeyler de değişmedi değil tabi:) Mesela:

Geçen akşam dede tuvalet için mola verdiğinde kumandayı yanında götürmeyi ilk defa unuttu. Biraz kanal dolaşayım dedim. Kumandada bir farklılık bir yapış yapışlık, bu nedir yaa reçel mi dökülmüş nolmuş derken: evet dede kumandaya naylon poşet geçirmiş onu da deli bağlar gibi bağlamış, bantlamıştı...

-Dede bu ne, ne gerek var buna??
-Ne varmış canım harfleri :) siliniyor eskimesin hiç bişeyinizin kıymeti yok. Biz gençken ayakkabımızın altı delinirdi de laylonu yakar eritir o deliği kapar tekrar giyerdik ayakkabıyı. Şimdi siz heeeeç dünya yansa umrunuzda değil!!
-Dede bi şeyi merak ediyorum o yaktığın naylonla kumandaya geçirdiğin naylon arasında nasıl bir bağlantı kurdun? (hihihi)
-Meyve getir de yiyelim hiç meyve yediğin yok!
-Tamam getiriyorum.
-Portakal getir portakal, c getir biraz.

Çokça ilişkide olduğu vitaminlerden böyle samimi bir hava içinde bahsederdi dede. Hepsini ezbere söyler, ne işe yaradıklarını, hangisinin ömrümüzü ne kadar uzatacağını günlerce anlatır, şekerimizi düşürür sonrada meyveyle yükselterek gönlümüzü alırdı.

-Dede ben soyayım istersen?
-Neden benim elim tutmuyo mu?
-Tamam dede bak altına tabak getirdim onun üstünde hani dökülmesin suyu yere, yapış yapış...
-Tamaaam anladık hayret bi şey yav.

Dedi, üstüne ben de kendimden utandım. "Ya koskoca adama nasıl yapacağını niye anlatıyosun" kızdım kendime kırdım mı onu yoksa diye..

Hayır kırmadım kendime de kızmadım; çünkü bu işi yapabileceğinden o derece emin olan dede ne yaptı:
Portakalı altında tabak olmamak suretiyle sıkarak ve eliyle soyarken; meyvenin suyunu boşa harcamadı, dirseğinden süzülen kısmını bir bardağa doldurdu. Hatırladığım en son şeyse elinde sıkıp öldürdüğü posayı ağzıma sağlık adına tepmeye çalıştığı andı :)))

9 Mart 2010 Salı

KENARIMIZDAKİ ERZAK-FD3

Kapıda, asansörün önünde kalakalmıştık anlamsızca. Dede sen geç içeri biz taşırız bunları, rahatına bak. Dede koşarak içeri girdi. Akşam haberlerini kaçıramazdı.
Biz?? Biz taşımaya başladık 1,5 saatimizi aldı: 2 bavul kendi kıyafetleri, ikişer kilo bakliyat, peynir, zeytin, teneke yağlar, turşu, bi sürü limon, bi sürü sarımsak vs.
Zordu ne deyim. İçeri girebilmiştik sonunda... Dede koltuğa uzanmış son seste haberleri dinliyor. Yer yer sinirlenip bağırıyor bazen de ağlamaklı bir ifadeyle "yapmayın bunu güzel ülkeme" bağrışlarıyla evimizi ve muhtemelen de apartmanı sallıyordu..
-Dede afedersin bunları neden getirdin savaş mı çıkacakmış? (sesimi duyurmak için kendimi yırtarak) Duymuyor tabii ve tekrar...
-Yoo yeriz dediydim ne var? Kuruya kurt mu düşermiş dursun bi kenarınızda.
-Dede iyi de hem bizim bu kadar uzun bi kenarımız yok hem de bunlar marketten alınabilecek şeyler, e malum sen de köyde yaşamıyosun yandaki semtten geldin değil mi??
-Evet iyilik yaramaz siz gençlere, dede olunca anlarsın dede olmak işte böyle bir şey...
-Tamam dede ben yemek hazırlıyım yiyelim, bol bol yiyelim anca bitiririz değil mi ama!! (ki biz tok gelmiştik)
Yemek hazırlıyorum, siz de yiyeceksiniz diye tutturup ağzımıza bir iki salatalık turşusu teptikten sonra öcünü alıyor ve hadi salona geçelim diyoruz..
Bir kaç spor haberini dinleyip yorumluyor dede. Bizimle nerdeyse hiç konuşmuyor arada bir suçlarcasına evin erkeğine futboldan anlamıyor diye laf koyuyor o kadar..
Neyse dedenin programları bitti ses kısılacak ve artık benim zamanım diye sevinirken; ayağa kalkıyor televizyonun önüne dikiliyor.
-Dede napıyosun orda çekilir misin göremiyorum da..
-Görecek bi şey yok (televizyonun orasını burasını elleyip arkasını yokluyor)
-Ya dedeeee!! Noluyo?
-Isınmış bu kapatıyorum ben yeter artık bu kadar izlediğiniz gözünüz bozulacak.
-Ya ne alakası var?
-Kocan da futboldan anlamıyo zaten.
-Ya ne alakası var? (tekrar)
-Ben bu odada mı yatıcam yoruldum zaten. Picamam nerde?
-Tamam dede anladım ben...
-Bunu nereye koyıyım? (elinde dişleri :)))

5 Mart 2010 Cuma

ÇORUMLU MUSUN?

Yine otobüsteyiz, iyi ki otobüse biniyorum Allahım...

Ankara'da şehir içi yolculuğa (yani bu bir kamu hizmetidir aslında ama neyse) verdiğiniz parayı biriktirebilseniz bi kaç yıla ev alırsınız :) (trajik tabi komik değil)
Neyse otobüse bindim ve ortadaki o mukemmel boş alanda yerimi aldım, muavini rahat bi şekilde görebiliyorum. Bir kaç durak sonra bir adam biniyor kartını gösteriyor ve bu kart sayesinde para ödemeyeceğini aktarıyor muavine. Bir sonraki durakta otobüs duruyor ve orta kapıyı açıyor. Adamcağızı indiriyorlar. (neden)
Muavin kimse sormadığı halde kalkıp açıklama yapıyor: "adamın garson kartı var bedava binmeye çalışıyor hayret bişey yaaav" diye.:)) Yani komik tabii ki.
Ama daha da fenası yandan bir teyzem eğilip "muavin bak hele sen Çorumlu musun?"
Niye ki yaa?? Muavin bi kaç ben Türkiyeliyim klasiğine başvuruyor. Sonra teyze:
"Yok, çok işine sahip çıkar bir yapın var onun için diyom" (hahahaha:))

2 Mart 2010 Salı

DEDE KARŞIMIZDA-FD2


Telefonda konuşuyorum. Karşı tarafta lafı uzatan sündüren bi şey diyecekmiş gibi yapıp diyemeyense tabi ki dede..
Yarım saatlik konuşma sonunda hala söylemek istediği şeyi söyleyememiş ama ben anlamıştım. Bir sorundan ötürü bir maruzatı olacaktı ancak olamıyordu işte..
Sonunda dayanamadım: "Tabii ki dede tabii biz de kalabilirsin"
-Aaaa yavrum yok ne munasebet ben öyle bir şey demedim ama özledinizse kıramam sizi
-Evet dede haklısın ne zaman geliyosun ?
-Bilmem sen söyle ne zaman geleyim davet eden sensin heh heh heh. (Allahım bayılıyorum bu hallerine ne kadar eski bir kurnazlıktır bu:)
-İstediğin zaman gelebilirsin dede, haber ver yine de tamam mı ? (biliyorum vermeyecek)
-Tamam tamam ben programıma bakıyım hallederiz..
Tabi ki çok yuvarlak bir cevap oluyor ama artık dedeyi tanıyorum bu yaştan sonra ona birşeyler öğretmek gibi bir hayalim de yok zaten, sadece anlaşabilmeyi bekliyorum :)??
Hemen hemen 1 hafta sonra iş dönüşü akşam dışarda yemeye karar verip birlikte dönüyoruz eve ve kapıda dede..
-Dede haber verecektin hani bak kapıda kalmışsın!-Yok yeni geldim rahatsız etmiyim diye kapıyı çalmadım zaten ..(nasıl yani)
Tabi dede mahçup hallerde: haber vermeme olayını unutturmak, böyle acaip bir cevaptan geçer ancak..
-Eşya getirmedin mi dede?
-Getirdim ama asansörde..
-Neden, niye ki ...? (Panikle aklıma gelen bütün sorular)
-Hık fık fık mık..Yaaa nolacak ben spor yapiyim eşyayı da asansörle çekiyim dedim başka biri çekti sonra da bi türlü yakalayamadım işte.. Siz gelince bulursunuz hangi katta olduğunu diye bıraktım öyle.
Neyse yarı kızgın yarı sempatik tavırlarla geçiştirip 2 asansörü de kata çağırıyoruz.
Kapıyı açıyoruuuz vee:
"Dede boşuna gezmiş bu asansör, bir kişilik yer bile kalmamış, ayrıca dede sende deli gücü mü var yaa nası teptin bunları ve neden, ne var bunların içinde??"

Dedeyi görünce hayattaki bütün sorularımı sorasım gelir hep sanki hepsinin cevabını mı biliyor? Hayır hayatımda olabilecek bir çok acaip şeyi o yapıyor cevabını çok geç olmadan almak istiyorum...